Serdar Akar’ın 1998 tarihli yapıtı ‘Gemide’, küçük bir kum kosterinin boğazı arşınlarken yaşadığımız coğrafyanın topoğrafisini çıkartıyordu.
Benzer şekilde Tolga Karaçelik’in ‘Sarmaşık’ı da beş kişiden oluşan gemi mürettebatından bir memleket alegorisi yaratıyor. Hiyerarşinin ağır şekilde hissedildiği, baba-oğul çatışmalarının geri kalmadığı, herkesin birbirinden nefret ettiği fakat bir arada da yaşamak zorunda olduğu bir evren bu. Bu kadar erkeğin olduğu bir ortamda gemi ise beklenildiği üzere dişi formda. Anaç formuyla karakterlerini besliyor, koruyor, ekmeklerini kazanmalarına vesile oluyor.
Kentsel dönüşüm yüzünden evi yıkılanı, muhafazakarı, beyaz türkü, kürdü, işsiziyle tam bir Türkiye fotoğrafı çeken yönetmen karakterler arasında güçlü bir gerilim kuruyor. Filmi politik düzleme çekerek okumalara neden olan en önemli etkenin bu olduğunu düşünmek yanlış olmaz sanırım. Zaten Kürt karakteriyle film alegorik anlatımın dışına çıkarak diyeceklerini aleni bir şekilde dile getiriyor. Kürt’ün film ortalarına doğru kaybolması ve bulunamaması yani geminin en karanlık dehlizlerinde aranması boşuna değil. Bulunamıyor, çünkü Kürt'ün varlığını kabul eden kimse yok. Sonunda hayalete dönüşmesiyle birlikte ise tekrar alegorik bir yola giriyor film. Bulunamasa da varlığı bir hayalet gibi musallat oluyor geminin diğer sakinlerine.
Kısaca Tolga Karaçelik geminin bir dehlizi andıran karanlık koridorlarında, boş depolarında kaybolmuş, kamaralarına hapsolmuş, çıldırmanın eşiğindeki karakterleriyle tanıdık bir mevzuyu (kolektif bir nevroz) sürreal işlemelerle anlatırken yine çokta yabancı olmadığımız bir soruyu peşi sıra soruyor;
“biz burada ne yapıyoruz?”
Yorumlar