Ana içeriğe atla

Chef



Erkan: Chef Iron Man serisinden de tanıdığımız Jon Favreau'nun hem yönettiği hem de oynadığı bir film, senaryosu da yine kendisine ait. Dayanamayıp ilk olarak filmin oldukça sorunlu olduğunu söylemeliyim. (Gülüşmeler)
Burçak: Çok hevesliydik aslında filmi izleme konusunda. Hatta tanıtım videosu oldukça keyifliydi.
Erkan: Film fragmandan ibaret diye bir tabir var sonuçta (Gülüşmeler) Filmin konusundan bahset istersen birazcık;
Burçak: Film Carl Casper isimli bir aşçının hikâyesi. Oldukça iyi yemekler yapan bir aşçı Carl ama çalıştığı restoranın menüsüne bağlı çalışmaktan pek hazzetmiyor. Önemli bir gurmenin yemekleri hakkında yaptığı olumsuz görüşler ise Carl’ı çıldırtır. Bizde hem özel hayatında hem de kariyerinde çalkantılı bir döneme giren aşçımızın hikâyesini izliyoruz. Sen sormadan mekânımızdan da bahsedeyim. (Gülüşmeler.) Cuba Coffee Social Club Kadıköy’de ve burada Küba’dan özel olarak getirilen çekirdek kahveleri tatmak mümkün. Kahvelerin yanı sıra çeşitli atıştırmalıklar, alkolsüz mojito gibi bol çeşitli bir menüye sahip. Kafemizin iç ve dış tasarımı, çalan müzikleri filmimiz gibi Küba esintileri barındırıyor.


Erkan: Sosyal medya da sıkça rastladığımız bir hastag olan “foodporn”diyebiliriz film için sanırım. Birbirinden güzel peynirler, tavada eriyen yağ, rengârenk sebzeler, meyveler, etler… oldukça tahrik edici fakat filmin ciddi bir sıkıntısı var, bir türlü derinleşemiyor.
Burçak: Söylediklerine sonuna kadar katılıyorum. Mesela bir Scarlett faciası var ki evlere şenlik. Belki John Favreau’nun gerçek hayatta nazının geçtiği biridir ve filmde adını kullandırarak, filmin reklamını yapmıştır.. Çünkü sevgili desen değil, kanka desen değil, filme bir hayrı da yok, hatta gariptir filme estetik açıdan dahi kattığı pek bir şey yok.
Erkan: Scarlett’in oynadığı karakterin filme nasıl bir katkı sağladığı bende bulamadım.(Gülüşmeler) Jon Favreau aslında fena bir yönetmen değil ama nasıl böyle temel yanlışlara düşmüş bilmiyorum.
Burçak: Benim filmde saçma bulduğum en önemli kısım; son derece önemli bir restoranda önemli bir görevdeyken ve yemek kültürünün bilgisinin ne denli önemli bir seviyede olduğunu insanlara anlatmak için tepinirken ve hatta bunu ünlü bir yemek eleştirmenine anlatabilmek için sosyal medyada ve kameralar önünde kendini rezil etmeye varan çoluk çocuk işler yapmışken, kendini ispatlamak için bizim tosttan hallice bir yemek seçmesi ve milletin de sanki hayatlarında ilk defa böyle bir şey yiyormuş gibi aklını yitirmesi. (Gülüşmeler)
Erkan: Ben filmin içinde kısa filmlerden oluştuğunu düşünüyorum. Chef'in bir ergen edasıyla tripleri ve işinden olması, oğluyla arasını düzeltmek için çıktığı karavan yolculuğu, Scarlett Johansson'la yaşadığı ne idüğü belirsiz bir ilişki ve eski karısıyla yaşadığı bir ilişki. Filmin temel sorunu ise bu kısa parçaları mantıklı bir şekilde birleştiremiyor olması. Hepsi kendi içinde eğlenceli olabiliyor. Ama birleştirince ortaya bir şey çıkmıyor. Bunun dışında tipik “İşimi seviyorum ama işim beni sınırlıyor. Bu yüzden hayallerimin peşinden koşmaya karar verdim.” gibi bir temel mesaj veriyor. Fakat filmin bu temel mesajı bile sorunlu şekilde kurduğunu düşünüyorum. Senin de dediğin gibi Chef'in karavan gibi bir hayali yokken biranda karavanda buluyoruz kendimizi. Bununla kendini bulmaktan ziyade verilen oyuncağıyla mutlu olmaya karar vermiş küçük bir çocuğu andırıyor

Burçak: Evet dünyada seyyar gezip bu yolla popüler olan ve iyi paralar kazanan insanlar var ama "ben yemeği çok iyi bilirim, beni burada çok kısıtlıyorlar" diyen adamın yapa yapa bunu yapması trajikomik olmuş.
Erkan: Nasıl bir sandviç bu istersen bize biraz bahset.
Burçak: Bu adamın yaptığı sandviç, büyük oranda Amerika’yı pençesine almış bir yemek, bu doğru. Ağır ağır isle füme edilen ve kömür karasına dönüşen süper kanserojen bu etler, salam gibi incecik kesilip, üstüne peynir eritilip, bir takım soslar ve turşu eklenerek sandviç yapılıyor. Sonra da bu sandviçin üzerine, badana fırçasıyla yağ sürülüp tost makinesinde kısa süre basılıyor ve servise hazır hale geliyor. Yanında elbette kızarmış patates de oluyor.

Erkan: Ben en çok filmin sosyal medya üzerine inceden giydirdiği esprileri sevdim. Özellikle küçük oyuncusunun babasına iletişim ve sosyal medya dersi verişi harikaydı. Chef aslında olgunlaşamamış bir karakterin olgunlaşmaya çalışmasını anlatmaya çalışıyor. Biliyorum karışık bir cümle oldu. (Gülüşmeler) Fakat filmde bu olgunlaşamamadan nasibini almış gibi. Filmde tıpkı şef gibi bir türlü olgunlaşamıyor. Zannımca foodporn'dan öteye gidemeyen pazar kahvaltısı seyirliğinden öte bir anlamı yoktur.
Burçak: Film için tam bir sosyal medya reklamı denilebilir. Hatta “Vine” 'dan öylesine güzel bahsediliyor ki ben bile indirdim filmden sonra fakat hiç de filmde bahsettikleri gibi bir “app” değildi karşımdaki. Ben Chef ile eleştirmen arasındaki kek atışmasını sevdim. Eleştirmen, Chefin yaptığı sıcak çikolatalı kekin çok pişirildiğini, özelliğini yitirdiğini yazıyor ve sonrasında yüz yüze kavga ederlerken Chef güzel bir ayar veriyor. "o iş, kekin az pişirilmesiyle değil, kek hamurunu kalıba döktükten sonra ortasına bir top ganaj koyulmasıyla elde edilir" diyor. Gerçekten de ancak yüksek kalite Fransız tatlı kitaplarında bulabileceğiniz bir bilgidir bu. Soğuduğunda sertleşen ancak ısınınca nutella kıvamına gelen ganaj, kek hamurunun tam ortasına konur ve kek fırında normal süresinde pişer ancak ortası yoğun ve akışkan olur. Bu şekilde çok daha lezzetli bir akışkan kekiniz olur çünkü kek hamurunda yumurta ve un vardır ama ganajda yoktur. Keki az pişirerek elde ettiğiniz çikolatalı akışkan kek aslında çiğ un ve yumurta yemenizi sağlar.
Erkan: Teşekkürler 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas