Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kış Uykusu

Nuri Bilge Ceylan’ın Türk Sinemasının en önemli başarılarından birine imza attığı Kış Uykusu, ödül töreninin hemen akabinde vizyona girerek sinemaseverlerin beğenisine sunuldu. 25 yılını tiyatroya verdikten sonra Kapadokya’da sahibi olduğu otelin işletmeciliğini yürüten Aydın’ın hikâyesine odaklanan “Kış Uykusu” arabasının camına gelen bir taşla gölgelerde yaşayan karakterinin yüzünü aydınlatarak kurduğu mikro evreninin yıkımını resmediyor. Kış Uykusu’nu birçok farklı şekilde isimlendirmek mümkün; yönetmeninde tabiriyle Çehov öykülerinden, Bergman’ın “All These Women” gibi tek mekanda geçen ve kadın-erkek ilişkilerine odaklanan filmlerinden ya da son dönemde izlediğimiz Trier’in kimsenin kimseden hazzetmediği ve evlilik üzerine nutukların çekildiği “Melancholia” ’dan izlere rastlayabiliyorsunuz. Tabi yönetmenin filmografisinde sürekli maruz kaldığımız fotoğraf etkisini de unutmamak gerek. Zira yine film boyunca mükemmel portreler, mükemmel kadrajlı manzaralar yakalıyorsunuz.

Ratatouille

Erkan: Tüm filmlerde bir sofra sahnesi mutlaka vardır. Hatta filmin dramatik yapısına doğrudan katkı sağlarlar. Yemek filmlerini kişisel olarak çok seviyorum. Yemek farklı çağrışımlar yapıyor; günah, haz, kültür, sosyal sınıf… İşte tam da bu noktada yemek filmlerinde bu sofranın, yemeklerin nasıl kullanıldığını inceleyelim istedik. Tabi bunu seçtiğimiz filme uygun konseptteki bir mekânda gerçekleştireceğiz.  İlk filmimize geçmeden önce ilk olarak mekânımız hakkında konuşalım biraz istersen. Doğma büyüme bir Modalı olarak burayı bulurken biraz zorlandın. İsmi gibi gizlenmiş bir yer burası. Burçak: Eskiden, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin ünlü karikatüristi Cemil Cem ve ailesinin evi olan bu köşk, derin bir uyku geçirdikten sonra, adını “saklı köşk” yapıp, içini tekrar insanlarla doldurmaya karar veren iyi kalpli insanlar tarafından uyandırılmış. Moda gibi, hayatın hızlı, sokakların dar ve her şeyiyle minimal bir yaşama yönelmiş olan bir semtte böyle bir yer bulmayı insan pek beklemiy

Philomena

Filmin sonlarına doğru Martin Philomena’ya, “Geri kalmayacağız araştırmaktan ve bütün araştırmalarımızın sonu, yola çıktığımız yere varmak ve orayı ilk kez tanımak olacaktır.” der. Philomena ise tüm sempatikliğiyle “Bu çok tatlı Martin, şimdi  mi uydurdun?” der. Martin ise suratını hafif ekşiterek T.S Eliot’tan alıntı yaptığını söyler. Bunun üzerine Philomena, “boş ver yine de güzel” der. İkili arasındaki, izleyiciyi güldüren bu sahne kuşkusuz filmin de kısa bir özeti aslında.  Stephen Fears’ın, Philomena Lee’nin gerçek hikâyesinden perdeye aktardığı film; 1950’lerde evlilik dışı hamile kalan Philomena’nın, İrlanda Katolik Kilisesi tarafından, çocuğunun Amerikalı bir aileye satılmasıyla başlıyor. Yıllar yıllar sonra oğlunu aramaya koyulan Philomena, gazeteci Martin’den yardım alır. Stephen Fears bildiğimiz sade anlatımını, birbiriyle uyum içerisinde oynayan Julie Dench ve Steve Coogan’ın oyunculuklarıyla güçlendiriyor. Fears, sade anlatımının yanında, filmin kısa süresini de o

Godzilla

 60. yılında 30. filmine kavuşan Godzilla yirmi sekizi Japonya, ikisi Amerika yapımı olarak farklı dönemlerde izleyiciyle buluştu. 1954 yılında ilk kez ortaya çıkan Godzilla, Japonya’nın yaşadığı nükleer felaketin yansıması olarak okundu. 60.  yılın yeni Godzillası yine Japonların yakın dönemde yaşadıkları nükleer bir facianın (Fukuşima) sonrasında görücüye çıkıyor. Her filmiyle politik bir alt metin barındıran Godizlla’nın bu yeni versiyonunda Fukuşima’nın izlerini taşıyan, nükleer enerjiyi sorgulayan çevreci bir alegori izlemeyi umuyordum. Fakat bu yeni Godzilla politik olarak içi boşaltılmış sadece tasarım olarak ilk Godzilla’nın izinden gitmeye çalışan bir yapım olmuş.  Godzilla’nın büyük bütçesi 2010 yılında düşük bütçeyle çektiği “Monsters” ile dikkatleri üzerine çeken Gareth Edwards’a emanet edilmişti. Yıldızlarla dolu oyuncu kadrosuyla birlikte ortaya nasıl bir iş çıkacağı vizyona girene kadar merak konusu oldu. Japonya’da nükleer santralde bir felaket meydana gelir.

Robocop

2008 yılında Berlin’de “Özel Tim” ile kazandığı Altın Ayı, tüm dikkatleri  Jose Padilha   üzerine toplamıştı.   Paul Verhoeven ’in 1987 yılında çektiği Robocop’un yeniden çevriminin kamera arkasına geçen Padilha, orjinali kadar iyi bir yapıma imza atmış. Uluslararası bir şirket olan OmniCorp, 2028 yılı itibariyle, robot teknolojisinin önde gelen tedarikçilerindendir. ABD’nin yurtdışındaki işgal güçlerini oluşturan birçok robotu üreten şirket, iç pazarda yer alması için insani yönü olan bir robot geliştirmeyi denemektedir. İki usta yönetmenin farklı dönemlerde çektikleri Robocoplar arasında bir kıyaslamaya girişmemek imkânsız. Fakat temelde her iki film de, vizyon yüzü gördükleri dönem ile kurdukları bağ ve yönetmenlerin karakteristik özelliklerini fazlasıyla barındırıyor. Bilim kurgu filmleri uzak geleceği tasvir ederken siyasi, ekonomik, kültürel ve teknolojik varsayımlarda bulunur. İki Robocop’u bu anlamda kıyaslamak oldukça önemli. 1987 yapımı Robocop, tüketim toplumuna