Ana içeriğe atla

Yellow


Fil’m hafızası sayesinde Türkiye’li izleyiciyle buluşan “Yellow” yönetmeni Ryan Haysom’un da katılımıyla 2 Mayıs Topless Terace’da ki etkinlikte görücüye çıktı.


1929’da Milanese Publishing Mondadori büyük bir promosyon kampanyasının bir parçası olarak belirgin biçimde gizemli hikayeleri konu alan sarı ciltli ve bu sebeple İtalyanca sarı anlamına gelen giallo olarak adlandırılan bir dizi kitap yayımladı.(iyikotufilm.com) İtalyan korku filmlerinin bir alt türü diyebileceğimiz giallonun kökleri işte bu sarı kapakla yayınlanan ucuz romanlara dayanmaktadır. Mario Bava, Sergio Martino, Lucio Fulci ve Dario Argento gibi İtalyan film yapımcılarının izinden giden. Ryan Haysom’un yönetmenliğini yaptığı “Yellow” ismiyle yaptığı göndermeden başlayarak bir giallo güzellemesi. Son yıllarda pekte iyi örneklerini göremediğimiz bu tür için “Yellow” janrı yeniden hareketlendirebilecek bir kaliteye sahip.

Film, Berlin semalarının üstten çekimiyle ve seri bir katilin işlediği cinayetler hakkında haber yapan bir ses tonuyla açılıyor. Berlin’de bir seri katil vardır ve şimdiden üç kurban öldürmüştür. Orta yaşlardaki ana karakterimizin katilin peşine düşüşünü izlerken, katilin giallo geleneklerine bağlı bir şekilde işlediği cinayetlere tanık oluyoruz. 

Klasik bir giallo öyküsü olarak türün hayranlarını tatmin edici bir hikâyeye sahip “Yellow”. Oyuncuların sessiz ve mimikleriyle oynamalarını gerektiren senaryosu (mevcut diyalogların çoğu megafondan-telefondan vs. gelmektedir.) performanslarını da üst düzeyde seyrettiriyor. 

Antoni Maiovvi’nin yaptığı müzikler ise giallo geleneklerine bağlı bir şekilde izleyicinin kulağına çalınıyor ve buna görüntü yönetimin de ki üstün başarıda eşlik ediyor. 

Giallo filmleri genel hatlarıyla psikanalitik çözümlemelere açıktır. Yellow’un hayat kadınlarına dadanan katili ve katilin peşine düşen ana karakterlerimizi de bu minvalde okumakta fayda olacaktır. Telefon, megafon gibi ses kanallarından duyduğumuz diyaloglarda sürekli vurgulanan ikisinin birbirinden farklı olmadığı vurgusu filmin finaline doğru gerçekleşen yüzleşmede de ayyuka çıkmaktadır. Olay mahalline geri dönmeyi andıran bu karşılaşma katil ve peşine düşen ana karakter arasındaki çözülme açısından da önemli bir sahnedir. Film boyunca katilin peşine düştüğünü sandığımız ana karakterimiz “hafızanın yeniden canlandığı” bu sahne ile katilin yerine geçmektedir. Katilin; Bıçak, makas, ustura gibi fallik objeler ve deri eldiven( kadının ağzına başparmağını sokuşturması) ile yapılan cinsel bir birleşmeyi andıran müdahaleleri ise bizleri ister istemez Argento filmlerinde sıklıkça rastladığımız “erkeklik” durumuna doğru ötelemektedir. 

Yellow birçok giallo geleneğini yerine getirirken güçlü sinematografisi, oyuncu yönetimindeki üstün başarısı ve B sınıfından kendisini sıyırarak birinci sınıf kalitede bir yönetmenlik örneği göstererek kendi kimliğini bu janr üzerinden (neo-giallo) tekrar yaratıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas