Ana içeriğe atla

Hotarubi no Mori e


Hotarubi no Mori e’nin yönetmenliğini ve senaristliğini Takahiro OMORI yapıyor. Ve yönetmen senaryosunu aynı adlı Yuki Midorikawa’nın mangasından uyarlamış. 

Hotaru bir keresinde küçükken her yaz kalmaya gittiği akrabasının evine yakın bir ormanda kaybolur. Orada Gin ile tanışır. Gin kendisine bir insan evladının dokunması halinde yok olacak olan bir Youkai’dir. Aralarında büyük bir dostluk gelişirken, Hotaru her yazın gelişini iple çeker, O’nu görmeye gider ve bu bekleyiş karşılıksız değildir. Gin’de Hotaru’nun gelişini iple çekmektedir. 

Mitolojik bir kanaldan, bir dostluk, bir aşk hikâyesi anlatan animenin merkezinde aslında bir büyüme hikâyesi yatıyor. Hotaru’nun yazı iple çekip biran önce Gin’le tanışmak istemesi aslında biran önce büyümek istemesine karşılık geliyor. Bir Youkai olan Gin’le aralarındaki dostluğun zorunlu kuralı olan “dokunamamak” ise büyüdükçe küçüklüğe duyulan amansız özlemin bir ikamesi olarak karşımıza çıkıyor. Küçüklükten itibaren amansız büyüme isteği, büyüdükçe yerini küçüklüğe duyulan ama asla tekrar dokunulamayan bir özleme(belki de melankoli demeliyim) bırakıyor. Tıpkı Hotaru’nun Youkai’ye dokunmasının yasak olması gibi, büyüme denen bu gelişim sürecinin en temel kuralıda artık çocukluğa dokunmanın, o günlere dönüş yapmanın imkânsızlığı oluyor.

Hotarubi no Mori E iyi bir anime. İlk olarak senaryosu oldukça güçlü. Kullandığı metaforlar yerinde, mitolojisiyle (* Yōkai) kurduğu bağlantı ise oldukça keyifli. Takahiro OMORI büyümek ile küçük kalmak isteği arasında kalan insanın, içinde sıkışıp kaldığı bu duyguları oldukça şiirsel bir şekilde görselleştiriyor. 

* Yōkai : Japon kültüründe doğa üstü varlık.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas