Ana içeriğe atla

CELCIUS 232.8© Bölüm 7


BÖLÜM 7:
Müşteri sözleşmesinin üçüncü maddesi telif haklarıyla ilgilidir. Bir sonraki madde ise kültür şirketinin alfabenin patentini almasıyla birlikte ücrete tabi olan konuşmanın ücretlendirmesini sağlayan ve teknoloji şirketi tarafından geliştirilen bilekliklerden bahseder. Bu uygulama şirketlerin en rahat sisteme entegre ettikleri uygulama olarak göze çarpıyordu. Hükümetin son yıllarında serbest piyasa ekonomisinin yarattığı aşırı rekabet ortamından insanlar birbiriyle çok fazla iletişim kurmuyordu. Eğitimden iş hayatına, spora kadar benzeri ilkel şartlarda görülebilecek güçlünün ayakta kaldığı bir rekabet söz konusuydu.  Kültür şirketine bağlı üç farklı servis sağlayıcının hizmetleri neredeyse birbirine oldukça yakındı. Aylık iki yüz elli, beş yüz, bin, beş bin istediğiniz kadar süreyi bütçenize ve ihtiyacınıza göre almak mümkündü. Alışveriş merkezleri, sağlık kurumları ve iş yerlerinde bileklikler çevrimdışı oluyordu. Bu alanlarda konuşmak ücretsizdi.  Evler dâhil geri kalan her yer ücrete tabiydi.
Hakan hastaneden çıktığında telefon hala kulağında Emel’e iyi olduğunu ve sadece kontrol için geldiğini anlatmaya çalışıyordu. En son hatırladığı şey metro da ki kızla göz göze kaldığı andı.  Sonrasında büyük bir sersemlikle Fırat’ın sesiyle uyanmıştı.

-Böylesi bir aptallığı nasıl yapabildin? Hele senin gibi sürekli dikkatli davranan birisi nasıl olur böyle davranabilir anlamış değilim. Ya silahları olsaydı?

Hakan Fırat’ın dediklerinden kendi durumuyla ilgili anlamlı bir şeyler çıkarmaya çalıştı, başaramadı. Sessizce “kız” diyebildi sadece.

 -Yakalayamadık ne yazık ki sana arkadan saldıran piçle beraber kaçmayı başardılar. Benim kovaladıklarımda aynı şekilde,  tek tesellimiz rehineler sağ salim kurtarıldı.

Hakan kızın kaçtığını duyunca derin bir nefes almıştı.  Emel diyebildi ikinci kelime olarak başı hala zonkluyordu.

-Merak etme aradım bu durumundan bahsedip panik yapmak istemedim,  biraz gecikeceğini söyledim sadece, ne de olsa hastaneye gitmen gerek öncelikli olarak.
-Gerek yok ben iyiyim Emel’le buluşmam gerek.

Fırat Hakan’ın koluna girerek rehineler için gelen ambulansa bindirdi.

-Ayakta da olsa gözüksen iyi olur, darbe çok sert değildi ama her türlü ihtimali de düşünmeliyiz.

Hastaneye vardığında kafasında ki ağrı oldukça azalmıştı. Ambulansın durduğu anla birlikte arabadan dışarı atladı ve dış kapıya doğru yöneldi. Hastane kapısından tam çıkacağı sırada Emel’in çağrısıyla irkildi. 

-Ah Fırat ne diyeyim sana dedi kendi kendine.

Emel Hakan’ın sesini duymasıyla birlikte ağlamaya başlamıştı. Hangi hastaneden olduğunu sorup durdu. Hakan, iyiyim diyebildi tekrar tekrar ve planlarında bir değişiklik olmadığından ve şuan takside olup buluşmaya geleceğinden bahsetti. Emel tatmin olmamıştı ama çaresizce kabul edip görüşmeyi sonlandırmıştı. Hastanenin hemen önündeki taksiye hızlıca bindi ve alışveriş merkezinde Emel ile buluşmak için hareket etti.
Emel soğuğun etkisiyle içeriye sığınmıştı, cama yapışmış bir şekilde Hakan’ın gelmesini bekliyordu. Hakan’ın taksiden inip gözükmesiyle birlikte heyecanla kapıya doğru yöneldi. Detektörlerden geçmesiyle birlikte boynuna atılarak hüngür hüngür ağlamaya başladı. O kadar sıkıca sarılmıştı ki Hakan ezilen yerlerinin etkisiyle sessizce “Ah” diyebildi.

-Hayatım iyiyim ben ve bak buradayım şuan.

Hakan’ın ne dediğine aldırış bile etmeden ağlamaya devam ediyordu. Kollarından tutarak karşısına alacak şekilde kibarca ittirdi ve tekrarladı.

-Hayatım, iyiyim ben.

Gözleri yaşlı bir şekilde Hakan’a baktı ve Hakan’ın başından kaynar suların dökülmesine sebebiyet verecek o kelimeyi sarf etti.

-Hamileyim!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas