Ana içeriğe atla

Falling Skies


Falling Skies'in ilk sezon birinci bölümünü izledikten sonra dizinin nasıl olsa ikinci sezonu göremeyeceğini düşünerek sevmediğim halde bitirmiştim. Sezon ortalarına doğru ikinci sezon için anlaşılırken bu seferde nasıl olsa 3. sezonu görem
ez diye düşünüyordum ki ikinci sezon başladıktan kısa bir süre sonra 3. sezon anlaşması yapıldı. Dramatik yapının tam olarak kurulamadığı, karakterler arası sağlam bir çatışmanın sunulamadığı ilk sezonun ardından, ikinci sezonda aynı sorunlarla devam ediyor. Aslında karakterler arası çatışma için oldukça uygun bir ortam dizide var. Uzaylılar tarafından istila edilen dünya politik bir alegori yazmak için oldukça elverişli bir konu, ya da baba-oğul , sivil-asker, iyi-kötü çatışmaları ya da Battlestar Galactica'da iyi bir şekilde sunulan politik rekabet için dizide iyi bir zemin mevcut, fakat bu çatışmalardan senaristler özenle kaçınıyorlar. Hal böyle olunca dizinin karakterleri fazla bir gelişim gösteremiyor. Mevcut karakterlere alternatif karakterler sunulamıyor. Dizi; yüzbaşı, Tom ve çocukları etrafında sadece şekilleniyor ve alternatif bir oluşuma da senaristler izin vermiyor. 

Tabi bu kadar olumsuzluktan sonra dizi nasıl rating alıyor ve 3. sezonunu daha 2. sezon yayınlanırken garantiliyor? Sanırım bu da TV'lerde ki kısır bilim-kurgu durumundan kaynaklanıyor.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas