Ana içeriğe atla

God Bless America



God Bless America, Bobcat Goldthwait'in senaryosunu ve yönetmenliğini yaptığı merkezine orta yaşlı Frank'i alan bir yapım. Frank uyku ve migren sorunları yaşayan American Superstar, Big Brother gibi programların insanlar üzerindeki etkilerinden nefret eden orta yaşlı bir karakterdir. Beyninde tümör olduğunu öğrenmesiyle birlikte intiharın eşiğine gelen Frank tetiği kendi yerine nefret ettiği bu kitleye doğrultuyor. Roxy ile tanışmasıyla birlikte, ikili yollarda kaba ve kendilerince ölmeyi hak eden insanları avlamaya başlıyorlar. Fight Club'dan, Leon'a , Bonnie and Clyde'dan Natural Born Killers'a kadar referansları bol tutan Goldhwait temel olarak sonuna kadar belli bir ritm yakalamış olsa da filmde fazlasıyla sarkan kısımlarda mevcut. Mesela tüm eyaletlerde katliam yapan ve yüzleri ara sıra kameralara da yansıyan iki amatörü polis dahil kimse neredeyse tanımıyor. Yer yer fazlasıyla didaktik bir dille mesajlarını izleyicisine gönderen Goldhwait, bu kadar büyük bir bunalım yaşayan karakterini ciddiye almamızı bekliyor ve ciddiye almamızı sağlayacak herhangi bir hamlede yapmıyor...


God Bless America sert ve didaktik mesajlarını söyleyen fakat belki bu sert mesajlarının farkına vardığı anda patolojik karakterinin arkasına saklanıp öyle söylemeye çalışan tabiri caizse elinde "flush" olmadığı halde blöf yapan fakat bu blöfünü yer yer eline yüzüne bulaştıran bir yapım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas