Ana içeriğe atla

Dark Shadows



Tim Burton ile Johnny Deep'i sekizinci kez bir araya getiren Dark Shadow yine bildiğimiz Tim Burton tarzını eksiksiz bir şekilde yansıtıyor, filmin bu noktada başarılı olduğunu düşünmemiz tabiki kaçınılmaz fakat filmdeki aile şirketinin küresel bir şirket önündeki çıkmazı gibi bu birlikteliğinde bir çıkmaza girdiği su götürmez bir gerçek. Barnabas Collins 1750 yılında anne ve babasıyla birlikte Amerika'ya geliyor ve Bir amerikan rüyasını gerçekleştirerek "Colinsport" adlı şirketi kuruyorlar. Evlerinde hizmetli olarak çalışan ama aslında bir cadı olan Angelique’i incitmesiyle lanetlenen Barnabas bir vampire dönüştürülüp uzun soluklu bir uykuya mahkum ediliyor. Bu uykuda bir kaza sonucu uyanmasıyla film tam anlamıyla başlıyor. Bu 200 yıllık uyanmanın sonucunda Barnabas'ın değişen dünyayı algılamaya çalışması filmin en eğlenceli bölümleri olarak izleyicisine sunuluyor. Aile şireketinin yerle bir olduğu ve yerini yeni nesil bir kapitalist şirketin aldığını görmesiyle de aile şirketini eski iştihamlı günlerine dönüştürmeye çabalıyor. Film bu haliyle ister istemez yıl içerisinde karşımıza çıkan diğer ve ekonomik kriz alegorilerinin arasındaki yerini alıyor. Tim Burton ekonomik kriz ile sorgulanmaya başlayan yeni nesil kapitalizmin karşısına biraz demode bir kapitalizm koyarak kendi kişisel tercihini de daha insancıl olandan yana kullanıyor. Doğal olarak film bir kapitalizm eleştirisine soyunurken bir alternatif üretemeyip yine kapitalizme bağlanmış oluyor. Burton'un Johhny Deep ile artık yollarını ayırması sanırım her ikisinin de kariyerlerinde farklı kapılar açması adına iyi olacaktır. Keza filmdeki yeni-eski kapitalizm çıkmazı gibi Burton-Deep birlikteliği de bir çıkmaz içerisinde. Kim bilir belkide Burton kamerasını alıp sokağa çıkmalı ve farklı şeyler kaydetmelidir. Belki o zaman yeni nesil kapitalizm'in karşısına ne koyması gerektiğini de bulabileceği estetik bir kanal açmış olur ...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas