The girl with dragon tattoo'nun halihazırda zaten iyi bir uyarlamaya sahip olmasından dolayı; yeniden çevrilecek olmasından çok, David Fincher'in yönetmenlik koltuğuna oturacak olması sinema severleri heyecanlandırmıştı. Yönetmenin polisiye klasiklerine yeni bir tanesini katmasını beklerken orjinal çevrimden daha vasat bir uyarlamaya imza attığını ne yazık ki görüyoruz. Fincher kendisinden bekleneceği üzere yine müthiş görsellikte bir yapıma imza atmayı başarmış hatta ilk uyarlamadan da daha iyi bir görselliğe sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat Fincher'in es geçtiği şeyler de fazlasıyla mevcut. Filmde ilk olarak göze batan Rooney Mara'in canlandırdığı Lisbeth oluyor. Zor yaşam koşulları altında yaşayan, erkeklerin hegemonyasında ezilen Lisbeth'in yerine bu uyarlamada daha seksi, Rob Cohen'in xXx filminden fırlamış gibi duran bir intikam meleği var. Bu filmle bize sunulan Lisbeth bu yaşam tarzına itilmişten ziyade kendi seçimiymiş gibi duruyor. Uyarlamanın diğer ana karakteri Blomkvist ise Daniel Craig canlandırıyor. Oplev'in uyarlamasına göre Fincher'in uyarlamasında ise Blomkvist hem daha feminen bir görüntü çiziyor. Hem de o aktivist-sosyalist yönü biraz kırpılmış, "Bond karizması" gazeteci bir kimliğe taşınmış gibi gözüküyor. Lisbeth ile aralarında aşka meyil eden yakınlaşmaları ilk uyarlama da fazlasıyla yer bulan kapitalizm-Nazizm-kadın düşmanlığı gibi uyarlamanın ana hatlarını hasır altı ediyor. Fincher'in mükemmel bir görsel dünyayla inşa ettiği tamamı Lisbeth ve Blomkvist üzerine kurulu bir uyarlama olarak ana hikayeyi iyi bir şekilde izleyicisine aktarıyor fakat; hem ilk filmin arka planında işleyen, hem de Stieg Larsson'un hikayesinin ana eksenini oluşturan çoğu temayı es geçiyor...
Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…
Yorumlar