Ana içeriğe atla

Le gamin au velo


Kırmızı tişörtlü bir çocuğun elinde telefonla babasını aradığı bir prologla açılıyor "The Kid with a bike". Babadan gelmesini beklediği bir çağrının yani "ev arayışının" peşindeki Cyril'in hikayesine odaklanıyor Dardenne kardeşler. Biyolojik babasının reddetmesiyle bu arayışının ilk darbesini alan Cyril, eril dünyaya adım atmak için kullandığı koruyucu annesi Samantha'nın(Cyril'in babasıyla görüşebilmesini yine Samantha sağlıyor.) erkek arkadaşı tarafından ve daha sonra da mahallenin serseri delikanlısına kendisini kanıtlamaya çalışırken yeni darbelerini alıyor. "Bisiklet" film için de önemli bir metafor olarak hizmet ediyor. Borcu olduğundan dolayı sorumsuzca bisikleti satan babanın Cyril'i istemediğine seyircisi buradan vakıf olabiliyorken, mahallenin serseri delikanlısının Cyril'i yoldan çıkarması için gereken şey ise yine bisikletin tamir edilmesiyle oluyor. Biyolojik babasının alması gereken sorumlulukları hiçbir kan bağı taşımadığı halde alan, Cyril için erkek arkadaşından vazgeçen ve mahallenin serseri delikanlısının yol açtığı maddi kaybı karşılayan Samantha'nın bisiklet alarak Cyril ile birlikte sürdükleri sahne ise aralarındaki uzlaşmaya dair oldukça şık bir görüntü oluşturuyor. Film, Dardenne kardeşlerin anneliğe övgüsü müdür, yoksa ufak bir çocuğun düşe kalka hayatı öğrenme çabası mıdır (Bisiklet kadar iyi bir metafor olamazdı sanırım) ya da bir yuva arayışı mıdır ? bunlar da izleyicinin takdirine kalıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas