Ana içeriğe atla

Immortals


Uzun aralıklarla çektiği (6yıl) The Cell ile klasik polisiye filmlerine, The Fall ile ise bildiğimiz masal şablonuna kendi tarzında yaptığı dokunuşlarla öncelikli olarak görselliğini mükemmel inşa ettiği filmleriyle karşımıza çıkmıştı Tarsem Singh. 5 yıllık bir aradan sonra karşımıza bu sefer Immortals ile Yunan mitolojisi filmlerine bulaşmış şekilde çıkıyor. Fakat yapımıcısının "300 Spartans" filminin yapımcıları olmasından mıdır bilinmez, film bir Tarsem Singh filminden ziyade bu şekilde gözüküyor. Tarsem Singh filmleri(The Fall-The Cell) ve 300 Spartans'ın bir kolajı gibi gözüküyor. Yönetmenin auteur yanı bu şablon içerisinde ne yazık ki eriyip gidiyor. Tv serisi Spartacus'de(TV serisi olmasının etkisidir belki ama Immortals'a göre karakterleri daha iyi gelişmiş.) bile kullanılan ve artık eskimiş sayabileceğimiz bu efektler gelişememiş karakterleriyle birlikte 2 saatlik sıkıcı bir tecrübeye dönüşüyor. Umarım Tarsem Singh Hollywood'un diğer Hint asıllı yönetmeni; 6th Sense ve Unbreakable gibi filmlerle kariyerine mükemmel bir giriş yapan M. Night Shyamalan gibi kariyeri kötü filmlerle ivmeli bir şekilde alaşağı olmaz. Keza bunun ilk sinyallerini Immortals ile vermiş bulunmakta.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas