Ana içeriğe atla

Contagion


Virüs üzerinden gerçekleştirilen alegorilere (özellikle zombi filmlerinde) beyazperde de görmeye alışığız. Steven Soderberg son filmiyle küreselleşen dünyada küçük bir dokunuş, ufak bir temas sonucunda bulaşan bir virüsün izini sürüyor. Filme bir virüs olarak entegre edilen ilk dakikada yaptığı kredi kartı kesmesiyle de anlaşılacağı üzere bu alegori "küresel kriz " üzerine. Öyleki virüs küresel krizde olduğu gibi öncelikli olarak alt sınıftan insanları vurur daha sonra ise çeşitli sağlık gönüllülerine bulaşır. Üst sınıftan ise kimseye bulaşmaz. Bu noktada elit kesimin yaptığı şey ise bürokratik çarkın dönmesine sağlamak ve kayıplar olsa bile hatta çok büyük kayıplar olsa bile sistemin tekrar çalışmasını sağlamaktır. Soderberg'in bu noktaya kadar gayet yerinde tespitlerle inşa ettiği ve teşhis koyduğu filmine bu dakikadan sonra ise yanlış tedavi uygulamaya başlıyor. Bakın Soderberg neler yapıyor ;

Filmin başında kocasını aldatarak kutsal aileye virüsü taşıyan kadının eski kocasından olan oğluna da bulaştırarak cezalarını kesiyor. Baba ve eski karısından olan kızı her hangi bir enfeksiyona maruz kalmıyor. Çizdiği bu muhafazakar yol bununla da kalmıyor; Sistemin güvenliği, toplumun refahı adına ekseni kayan global ekonomiyi (yani virüs) tedavi etmeyi kendisini bu işe adamış virüsü sadece ismen bilen ve virüsten etkilenmenin (global krizden) ne demek olduğuna dair hiçbir fikri olmayan elitlere bırakıyor. Geliştirilen aşıyı işçi sınıfıyla paylaşan doktor Cheever'in uzattığı el bir süreliğine de olsa iyileşme (uzlaşma) sağlıyor. Virüsün ne zaman mutasyona uğrayıp yeni yüzüyle karşımıza çıkacağı ise bilinmiyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas