Ana içeriğe atla

Bal


Semih Kaplanoglu'nun "Yusuf" uclemesinin son filmi "Bal" serinin de en iyisi olma niteliginde. Bu durumda kuskusuz minik oyuncusunun essiz katkilari var. Diger iki filmde oldukca iyi filmlerdi fakat "Bal" uclemenin diger filmlerine gore icerisine daha rahat girebileceginiz bir film olmus. Semih Kaplanoglu'nun metaforlarla anlatim yolu diger iki filmde oldugu gibi Bal'da da mevcut. Filmin acilmasiyla birlikte otorite figurunden (baba) gelen "oku" emri filmin dinsel metaforlar icereceginin bir isaretini cakiyor.( Yusuf'un ruyalarla olan baginida bu motifler arasinda sayabiliriz.) Yusuf'un otoriteden hazzetmeyen yapisi filmde "Oedipal" okumalara da fazlasiyla imkan veriyor. Sutunu inatla icmemesi,babasinin elmayi Yusuf'a kestirmesi, meydan okur tavri, okuyabildigi halde okumamasi...(ben bilerek okumadigini dusunuyorum.) Filmin sonuna dogru hem kirmizi kurdeleyi alisi ve sutunu icmesi bu oedipal catismanin yumusak bir sekilde olmasini sagliyor. Kisaca bal sair Yusuf'un nasil bir cocukluk gecirdigini, baba meslegi yerine neden sair olmayi sectiginin cocukluk donemindeki imgesel bir yansimasini sunuyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas