Ana içeriğe atla

Rainer Werner Fassbinder

Alıntıdır...
Rainer Werner Fassbinder'in 37 yaşında zamansız ölümüyle birlikte, Yeni Alman Sineması'nın da erken bir sona ulaşmış olduğu düşünülür. Yaratıcı ürünlerinin sırf niceliği on beş yıl içinde 40'tan fazla film ve TV yapımı-ona Yeni Alman Sineması'nın "kalbi" olarak tartışmasız bir ün kazandırmış, üstelik Batı Almanya'ya acımasızca eleştirel bakış açısı "kendi ulusunun vicdanı" olarak görünmesini sağlamıştı. Le Monde'a göre Fassbinder, "gözlerini 1960'larda açan ve büyüklerinin geride bıraktıklarını, Alman kimliğinin Nasyonal Sosyalizmle yıkımını öğrenen genç bir kuşağın öfkesi"ni temsil etmekteydi.
Fassbinder, savaşın sonunda doğan "sisteme", kapitalist ekonomi, tutucu devlet ve Nazilerle bütünleşen otoriter bir yaşlı kuşağa isyan eden bir kuşağı cisimleştirdi. Bu kuşağın hoşnutsuzluğu, Vietnam savaşına, yeni olağanüstü hal yasaları ve sağcı büyük basına karşı aynı dönemde meydana gelen prostestoların Federal Almanya'da daha önce hiç görülmemiş bir güçle patlak verildiği 1967'de ortaya çıkmıştı. Kariyerine 1960ların ortasında başlayan Fassbinder, bu dönemin radikal, ütopik-anarşist ideallerinden asla uzak durmadı. Bu idealler, kadın ve erkek kahramanlarının gerçekliğinin (ve bütünlüğünün) ölçüsü olan ufku oluşturur. Bütün filmlerinin, bu uzlaşmaz ideallerin başarısızlığını ve yanılsamaların nihai yıkılışını konu etmeleri hiç de rastlantı değildir. Bu filmlerde baskıcı güç ilişkileri ve bağımlılıkları, melodramatik duygular, talihsiz uzlaşmalar, açmazlar ve çoğu kez intaharla sonuçlanan kaçınılmaz durumlar araştırılır.
Bavyera'da orta sınıf bir ailede doğan Fassbinder liseyi terk ederek oyunculuk dersleri aldı, 1967'de bir aksiyon grubu tiyatrosuna katıldı ve 1968'de Münih'te kendi tiyatro kumpanyası "Antiteater"ı kurdu. 1969'da tiyatro yapımlarına ve zaman zaman oyunculuk yapmasına ek olarak 10 yıllık kesintisiz bir 35mm'lik uzun metrajlı film üretimine başladı. Yaşamının son 3 yılında, 14 bölüm ve bir epilog halinde 14 saatlik bir TV filmi olan "Berlin Alexanderplatz"ın (1979–1980) yapımı ve dört uluslararası ortak yapımla bu üretkenliği daha da çılgınca bir hıza ulaşıcaktı. Fassbinder'ın çalışma enerjisi ve (son yıllarda ilaçla arttırılan) hızı, film üretme şekliyle de ilgiliydi:Küçük bir repertuar tiyatrosu üslubuyla uzun süredir birlikte çalıştığı kadın ve erkek oyuncular (Hanna Schygulla, Irm Hermann, Kurt Raab da aralarındaydı) , az sayıda kameraman (Dietrich Lohmann, Michael Ballhaus, Franz Xaver Schwarzenberger) yapım asistanı Harry Bar ve Fassbinder'in tüm filmlerinin müziklerini yazan Peer Raben de dahil, işbirliği çemberini etrafında tutması onun en belirgin özelliklerindendi. Bu düzenleme, Fassbinder'in filmlerinin geniş ve üsluplu dizilişine rağmen hata yapmayan "görünüş"ünü de açıklamaktadır.
En başından itibaren Fassbinder, radikal olarak farklı bir sinemacılık tarzlarıyla uğraşmıştı. "Liebe ist kalter als der tod" (A$k ölümden daha soğuktur, 1969) ve "Der Amerika nische Soldat"ta (Amerikan askeri, 1970) Amerikan gangster filminin tür geleneklerini Münih yeraltı ortamına aktarıyordu. Biçimsel olarak diğer uçta duran, ilk kuşak yabancı işçilerin Almnaya'da karşılaştıkları sömürücü ve ırkçı ortamı açığa vuran Yunanistanlı göçmen bir işçiyle ilgili filmi "Katzelmacher"de (1969) Brechtçi yabancılaştırma efektleri ve teatral biçimlendirmeyi kullandı. Yunanistanlı işçi başrolünü kendisinin oynadığı Katzelmacher'deki minimalist, kendine dönüşlü film dilini, Fassbinder'in tiyatrosunda kısa bir süre konuk yönetmen olarak çalışan Jean-Marie Straub'a borçludur.
Fassbinder, Hamburg doğumlu Holywood yöntmeni Douglas Sirk'ün (saygıyla anıyorum) filmlerini ilk kez 1971'de gördü ve Sirk'ün yıkıcı "Avrupai" bir duyarlılık ve eşsiz biçiminden ödün vermeksizin popüler filmler yapma yeteneğinden etkilendi; bir gün bir Alman Holywood filmi yapabilmeyi gizlice umut ederek, sürgündeki Almanı manevi babası "kabul etti". "Fassbinder'in Handler der vier Jahreszeiten (4 mevsim satıcısı, 1971) ve Angst essen Seele auf'ta (Korku, ruhu yer bitirir, 1973) bilinçli bir şekilde Sirk'ün üslubuna başvurarak; arzuyu, tanınmayı ve yabancılaşmayı ifade eden oldukça karmaşık bir göz gezdirmeler, bakışla ve bakışların etkileşimi, yapay ve oldukça üsluplu bir dekor, göze btıcı kamera hareketleri, gerçekçi olmayan ışıklandırma ve melodramatik örgülerden yararlanır. Aşırı melodramatik müzik, yanılsamayı kırarken;dizginsiz duyguların açıkça sergilenmesine rağmen teatral bir vücut dili, izleyiciyi hassas bir mesafede tutar.
Fassbinder'in tarihsel filmleri, 1977'den sonra peş peşe hızla ortaya çıktı Umutsuzluk (1977) , Die ehe der Maria Braun (Maria Braun'un evliliği, 1978) , Berlin Alexanderplatz (1979-80) , Lili Marleen (1980) , Lola (1981) , ve Die Sehnsucht der Veronika Voss (1981) . Sinik 1920'lerden parlak 1950'lere kadar Almanya tarihi arka planına karşı, bu filmler bireylerin karşılanmayan arzularını, duygularının sömürülmesini ve sömürülebildigini, kendi başlarına getirdikleri yıkımı ele alırlar. Alfred Döblin'in 1928 romanından bir TV dizisi olarak yaptığı Berlin Alexanderplatz uyarlamasında, yavaş yavaş kimlik değişimine uğrayan bir ülkeyi gösterir. Burada berlin, ıslah olmuş suçlu Franz Biberkopf'un yaşamını ve zamanını belirleyen hain ve konuksever olmayan toplumsal mekanı temsil eder. Fassbinder'in sonraki filmi Lili Marleen, özel alan ile kamusal alan arasındaki bağı gerginleştirir: Lili Marleen'le ilgili cephe gerisi şarkısıyla büyük başarı elde eden bir kabare şarkıcısı, hem Nazilerin hem örgütlü direnişin sinik siyasal dalaverelerine bulaşır. Fassbinder, ışıklandırmada, setlerde, kostümlerde ve kamerada, çekiciligi parodi derecesinde abartmasıylai Nazi Ufa üslubunu benimser.
Fassbinder'i en çok büyüleyen dönem kendi yaşadığı dönemdi; yani 1945 kopuşundan sonra, yeni başlangıcın olanaklı;hatta zorunlu göründügü savaş sonrası dönem, Federal Cumhuriyet henüz sağlam bir biçimde kurulmamıştı ve Fassbinder'in gözünde ütopik umutlar gelişebilirdi. Almanya Federal Cumhuriyeti üçlemesi'nin (üstte resmini koydum) filmleri, Fassbinder'in 1970'lerin bakış açısıyla anladıgı ve hissettiği şekliyle Batı Alman sefaletinin giderek daha fazla umutsuz resimlerini verir:Yeniden inşa yıllarında duyguların para hırsına boyun eğmesi (günümüzde de öyle olmuyor mu) (Maria Braun'un evliliği) oportünist uyuym yıllarında her yerde olduğu bilinen yozlaşma (Lola) ve uzaklaştırılması gereken travmatik bir geçmişin akıldan çıkmayan anıları (Veronika Voss) . Filmler, geçmişin kolektif bir yadsınmasından kaynaklanan kaçınılmaz çatışmaları gösterir; yok olmayla (Maria braun'un evliliği) , sinizimle (Lola) ve mutlak boyun eğmeyle (Veronika Voss) biterler. .
Fassbinder'in Almanya’yla ilgili son filmleri, sıradan insanların umutları, özlemleri ve hüsrana uğramalarıyla somut tarihsel durumların birbiriyle nasıl ilişkili olduğunu göstererek "arzu'nun mikro-siyaseti" (Guattari) içinde hareket ederler. Fassbinder'in kadın kahramanları, kendi çağları tarafından şekillendikleri kadarkendi çağlarını da şekillendirirler. Onların arzuları, kendi zamanlarının egemen zihniyetine katkıda bulunur ve örtük bir biçimde eleştirirler. Bu yüzden Fassbinder'in filmleri, resmi tarih yazımını psikolojik ve ütopik bir boyutla tamamlar. Bununla birlikte 1970lerin sonuna gelindiğinde, Almanya için beslediği umutların aldanma olduğuna inanmıştı ve daha sonraki filmleri bu büyük umutsuzluğun ifadeleriydi. Fassbinder'in filmleri, insani degerler ve görüşlerle ilgili oldukları ölçüde, Alman tarihi ve kimliğiyle ilgili takıntısının ötesine uzanırlar. Sonuç olarak bütün filmleri, "zarar görmemiş bir yaşam" (Theodor W. Adorno) özlemleri ve rüyalarıyla ilgilidir.

-Dünya Sinema Tarihi-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas