Bu tip dramların en önemli özelliği güçlü oyuncular ve oscarlık oyunları olsa gerek. The Reader'da en iyi kadın oyuncu dalında aldığı adaylığı ve ödülü düşününce bunu kanıtlayan doğrultuda bir eğilim gösteriyor. Stephen Daldry'nin diğer filmlerini düşününce "The Reader" biraz yavan kaçsa da; kurgusu, oyuncularıyla görülmeye değer bir film. İlk yarısında Michael Berg'in kendisinden iki kat daha büyük bir kadına (Hanna Schimtz) ilgi duymasıyla başlayan ve bu yasak ilişkinin ekseninde ilerleyen film; Hanna'nın ortalıktan kaybolması ve sekiz yıl sonra savaş suçları mahkemesinde gözükmesiyle birlikte film eksenini Nazi hükümetiyle olan hesaplaşmaya dönderiyor.
Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…
Yorumlar