Ana içeriğe atla

Cigarette Burns

Sinema bir büyüdür.
Doğru ellerdeyse, bir silahtır...

Sinemanın en önemli özelliğidir; izleyicide bir takım duyguları uyandırarak perdeden yansıyanlarla kendi hayatını sorgulaması, protagonistle kendisini özdeşleştirerek rahatsız edici duygularından arınması. Bunun yanında çeşitli propaganda araçları olarak bireysel tarafının yanına ek olarak toplumsal, siyasi yanını da işaret edebiliriz. “Cigarette Burns” daha çok bu tema ile beslenen bir film ve ünlü korku ustası John Carpenter'in Masters of Horror için çektiği bölümlerden bir tanesi; fakat ilginçtir son dönem de çektiği filmleri ustayı o meşhur eski dönemlerinden oldukça uzağa taşımışken, bu seri için çektiği bir saatlik yapım ustayı yeniden o dönemlere yaklaştırmış.

Filmin konusuna gelince;

Hans Backovic'in “La Fin Absolute Du Monde” adında bir film çeker. Bu film sadece bir defa seyirci önüne çıkarılmış ve o gösterim sırasında seyircilerde bıraktığı etki nedeniyle de bir daha gün yüzü görmemiştir. Udo Kier'in canlandırdığı Bellinger ise bir film koleksiyoncusu ve kendi deyimiyle geçmişinde karanlık işler yapmıştır.Bellinger hastalığından dolayı, ölmeden önce bu filmi izlemek istemektedir ve filmin olan tek kopyasını bulmak için Kirby'i tutar. Kirby ise eski korku filmlerinin yayınlandığı bir sinemanın sahibidir. Eski kız arkadaşının ölümü nedeniyle vicdan azabı çekmektedir. Bellinger gibi O'da kendisini suçlu hissetmektedir.

La Fin Absolute Du Monde'un en önemli özelliği filmde Tanrı'nın kanını taşıyan bir meleğin kanatlarının kesilmesi ve filmin yapımcısınında “şeytan” olduğu söylencesi. Sırf bu söylenceye ve filmin ilk gösterimi sonrasındaki olaylara bakacak olursak; filmin lanetli olduğunu düşünebiliriz.

Kirby'nin filmi aramaya başlamasıyla birlikte geri dönüşümü olmayan bir yola girdiğinide söyleyebiliriz. Filme karşı obsesifliğini; Kirby'nin “günahlarından arınma!” ve yaşadığı ızdırabı bitirme çabasıyla üst üste koyarak okuyabiliriz. Kirby'nin filmin izleyen de bıraktığı etkiyi bile bile filmin peşinden gitmesini borç batağında olduğu sinemasından ötürü değil, günahından ötürü suçluluk duyan kendisi için gittiğini söyleyebiliriz..Filmin izleyicide yarattığı en önemli özelliği geçmişindeki bir izle kendisine kast etmesi sağlamak olduğunu söylersek, bu savımızı da doğrulamış oluruz.

Kısaca John Carpenter bir saat içerisinde geleneksel sinemadan, deneysel sinemaya, sürreal akımdan, Japon korkularına, snuff filmlere hatta Dario Argento'ya kadar gönderme yapmakta sınır tanımadığı,minimalve rahatsız edici müzikleriyle, izleyiciye bir saatte olsa eski Carpenter günlerini yaşatıyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas