Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Don't Look Now

Kırmızının Anlamı = Don't Look Now... Geçen yıl büyük bir sürpriz yaparak keyifli, gerilimli ve sürpriz dolu anlar yaşatan In Bruges'ü izlerken -eğer izlediyseniz- aklınıza gelecek ilk film Don't Look Now olur. In Bruges'de Bruges neyse, Don't Look Now için de Venedik odur. Nicholas Roeg'in 1973 tarihli yapımında filmin başından itibaren izleyiciye yüklediği yoğun imgelemler (Öyleki kırmızı renk filmin sonuna kadar bir gerilim öğesi olarak gözümüze gözümüze sokuluyor.) birer gerilim unsuru olmanın yanında filmin finalinede anlam kazandırıyor...Yönetmenin paralel kurguda çektiği Laura ve John'un bir taraftan seviştikleri bir taraftan giyindikleri sahne ise sinema tarihinde eşine az rastlanır olsa gerek...

Admiral

I. Dünya savaşında Almanlara karşı kazandığı başarılarla amiralliğe yükselen Aleksandr Vasiliyeviç Kolçak sosyalist devrimle birlikte sınıfsal statüsünü kaybetmeyi hazmedememiş Kızıllara karşı, yapılan savaşın (Beyaz Ordu) diğer tarafını oluşturmuştur. Yönetmen Rus halkının fakirliğini göstermek yerine aristokrasinin büyüleyici atmosferini ve filmin merkezine koyduğu aşk hikayesiyle birlikte kızıl devrimi sanki boşa çıkarma gibi bir amaca girişmiş ve ortaya oldukça yanlı bir film çıkmış...

Der Baader Meinhof Komplex

RAF ve (Kızıl Ordu Fraksiyonu) eylemleri üzerine kurulu filmin yönetmeninin filmi popüler kültüre sunuşu da; kurgusu, müzikleri, senaryosuyla gayet MTV tarzında ve klip estetiğiyle Popüler şekilde olmuş...

Hunger

Filmin afişinde Steve McQueen'in filmi yönettiği ve Michael Fassbender adlı bir oyuncunun da başrolde oynadağını görünce hafif bir şaşkınlık yaşıyor ve ufak bir araştırma sonrasında ise bu şaşkınlığınızı gideriyorsunuz. IRA militanı Boby Sands'in hapishane günlerinde gayet insanca taleplerine karşılık alamayınca arkadaşlarıyla birlikte başlattığı açlık grevini ve yaşadıklarını anlatan film uzun sekanslarının yanında birde 17,5 dakikalık upuzun bir sekans barındırıyor. Yönetmen bu uzun sekansların yanında izleyiciye seyri ve inanması zor sahneler sunuyor...

Waltz With Bashir

Bir askerin şahit olduğu Sabra ve Şatila'da gerçekleşen Filistin Mülteci kamplarındaki katliamları yeniden hatırlayarak, anılarını geri kazanma sürecini anlatan ve bunu pek alışık olmadığımız şekilde, animasyon-belgesel şeklinde yapan filmin yönetmeni ve senaristi "Ari Folman"... Anılarını yeniden kazanma sürecini yaşayan askerle birlikte izleyicinin de hafızasını geri getirmeye çalışan yönetmen, bir savaşı ve bir reklamı aynı duyarlılıkla izleyen, herşeyin görüntüden oluştuğu ve görüntünün bitimiyle görüntüdeki eyleminde bittiği seyircinin evrenini zaten gerçek olmayan görüntülerden oluşan animasyonlarla delmeye ve seyirciye kaybettiği belleğini askerle birlikte kazandırmaya çalışıyor...

3/3

- Karamazovi - Çek tiyatro topluluğu Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler adlı romanından uyarladıkları oyunu Polonya'da bir çelik fabrikasında sergilemeye giderler.Topluluk, provalar sırasında Karamazov Kardeşlerin "suç,ahlak,ceza, baba-oğul" gibi temalarını sahneye yansıtırken. Fabrika çalışanlardan bir işçinin oyunda kendisini bulması ile birlikte gerçek ve kurgu iç içe geçiyor. Zaten tiyatro sahnesinin dışında fabrikada gerçekleşen oyun bu oluşuma uygun zemin sağlıyor. Tiyatro Sahnesindeki kurgu; gerçekteki dram gerçekleştiğinde kurgunun tılsımını bozuyor, yerini soğuk gerçeğe bırakıyor. - Let The Right One In - Vizyonlar en son izlediğimiz sözde vampir mitine yaptığı değişikliklerle "Twilight" faciasından sonra "Let The Right One In" 'e mesafeliydim. Fakat İsveç yapımı bu filmle birlikte Vampir mitine olan inancım yeniden tazelendi. Yönetmen Tomas Alfredson, vampirliğin vaat ettiği ölümsüzlüğün yalnızlığıda bonus olarak getirdiğine işare

Cigarette Burns

Sinema bir büyüdür. Doğru ellerdeyse, bir silahtır... Sinemanın en önemli özelliğidir; izleyicide bir takım duyguları uyandırarak perdeden yansıyanlarla kendi hayatını sorgulaması, protagonistle kendisini özdeşleştirerek rahatsız edici duygularından arınması. Bunun yanında çeşitli propaganda araçları olarak bireysel tarafının yanına ek olarak toplumsal, siyasi yanını da işaret edebiliriz. “Cigarette Burns” daha çok bu tema ile beslenen bir film ve ünlü korku ustası John Carpenter'in Masters of Horror için çektiği bölümlerden bir tanesi; fakat ilginçtir son dönem de çektiği filmleri ustayı o meşhur eski dönemlerinden oldukça uzağa taşımışken, bu seri için çektiği bir saatlik yapım ustayı yeniden o dönemlere yaklaştırmış. Filmin konusuna gelince; Hans Backovic'in “La Fin Absolute Du Monde” adında bir film çeker. Bu film sadece bir defa seyirci önüne çıkarılmış ve o gösterim sırasında seyircilerde bıraktığı etki nedeniyle de bir daha gün yüzü görmemiştir. Udo Kier'in canlandır

Le Silence De Lorna

Varoşun Estetiği... Dardenne kardeşler son filmleri Lorna'nın sessizliği ile göçmen sorununa değinmişler. Anlaşmalı bir evlilikle Belçika vatandaşlığına geçen Lorna yaptığı anlaşma gereği bu evliliği bitirerek bir Rus ile evlenecektir.İlk evliliğini yaptığı eroinmanin öldürülmesiyle Lorna'nın psikolojik ve fiziksel çöküşüde başlamış olur. Yeni umutlar ile gelinen Belçika'nın görünen yüzünden öte diğer yüzüne tanık oluyoruz sürekli. Dardenne kardeşler nesnesini (Lorna) sürekli takip ederek günlük yaşantımız da görmezden geldiğimiz hayatları bir buçuk saatlik fimin tüm kadrajlarına, uzun planlarına sıkıştırarak görmemizi sağlamaya çalışıyor...Erkeklerin dünyasında Lorna'nın uğradığını psikolojik erozyona; yönetmenlerin dünyasında ki seyirci de maruz kalıyor.

Viskningar och rop (1972)

Üç kardeşten bir tanesinin hastalanmasıyla, hasta kardeşin evinde buluşmalarını anlatan film, yakın çekimleriyle, sessizliğiyle, sessizlikte çığlıklarıyla; rahatsız edici ve bir o kadar da ürkütücü bir atmosfere sahip. Bergman, kardeşler arasındaki ilişkilerin çıkar boyutunu haykırırken, evin hizmetçisi Anna ile hasta yatağındaki Agnes arasındaki ilişkinin ise anne-kız boyutunu kulağımıza fısıldıyor. Anna ile Agnes arasındaki anne-kız görüntüsü ve sadece bir annenin çocuğuna gösterebileceği çıkarsız saf sevgi Agnes'in ruhunu huzura erdiriyor.

Underworld: Rise of the Lycans

Belli bir standart yakalayan film serileri vardır. "Lord of the Rings, Star Wars, Mad Max, Terminator vs"... Birer modern klasik olarak saydığım bu filmlerin yanında Underworld belki biraz eğreti duracaktır zaten Underworld'e modern bir klasik sıfatını yapıştırmak derdinde değilim. Yukarıda saydığım bu filmlerle olan tek benzerliği bir seri olarak her bir filmin tatmin edici düzeyde başarılı olması. Prodüksiyon anlamında her üç filminde belli bir standartı var. Gelelim filmin konusuna; ilk iki filmde hafiften mitolojisi oluşturulan yapım bu üçüncü filmde tamamen mitolojisi üzerine kurulmuş ve iki hasmın(Vampir ve Lycan) nasıl bu noktaya geldiklerini anlatma derdine düşmüş. Köleleştirilen Lycanların; aristokrat vampirlere karşı mücadeleleri ve kurtuluşları ilk iki filmin temposuna yakışır şekilde beyaz perdeye taşınmış.

. . .

Eski günlerimi hatırlıyorum. Sobanın kenarına sıvışmış, ısınmaya çalışan, kafasındaki varoluşsal sorunlarına cevap bulmaya çalışan kendimi.Toplasan altı üstü ömrümden altı-yedi yıl yemişim. Babam bir tafaftan sobanın başında kestane pişirmiş bana doğru uzatırken, bir taraftanda hayat dersleri vermeye çalışıyordu. Sıcacık kestaneyi uzatırken benim sıcaktan yanacağından korktuğumdan dolayı elimi uzatma tereddütümü gülümseyerek seyreder; "Seçimlerin bittiği yerde kader başlar" derdi ve eklerdi. "Her zaman bir seçim yapmak zorunda olduğunu unutma ! Hayatını başkalarının kararlarına ve kadere teslim etme, kader seni yolun olmasın, verdiğin kararların kaderin olsun." Babamın bu öğüdünü hayatımın belli bir döneminde, belli bir süre uyguladım. Yaptığım seçimlerimin bazen belli bir ranta hizmet ettiğini, bazen sadece çıkarıma yaradığını, ya da benim seçme hakkımdan faydalanarak özgürlüğü kendi kisvesi altına almaya çalışanlara yaradığını gördüm.Genellikle seçilmiş şeyler üze

Watchmen

Alan Moore'un başka bir çizgi romanı Watchmen aynı isimde 300 ün başarılı yönetmeni Zack Synder tarafından beyazperdeye uyarlanmış. Çizgi roman serisini okumadığım için romanla muhakeme edebilecek bir durumda izleyemedim filmi. Film, haliyle çizgi roman Sovyetlerin ve Amerikanın nükleer savaşın eşiğinde olduğu bir dönemde geçiyor. Daha önce önemli görevlerde(Vietnam vs.) bulunmuş süper kahramanlar, halkın arasında günlük hayatlarını yaşamaktadırlar. İçlerinden bir tanesinin öldürülmesiyle Rorschach'ın cinayeti araştırmaya başlamasıyla film ilerliyor ve karakterlerin geçmişleri paralel kurguda ilerliyor. Komedyenin ölümünü bir kahraman edasında izlerken, karanlık geçmişini izleyerek( ve film ilerlerken diğer karakterlerin) fikrimiz çeliniyor. Her bir kahramanın yaptığı fedakarlıkların, işlerin iç yüzü gösterilerek Zack Synder ve bununla birlikte Alan Moore kahramanlık mitini yerle bir ediyor... Beyazperde de Spiderman'in karanlık tarafa meyiliyle başlayan, The Dark Knight Ba

La double vie de veronique

Kieslowski, Sergei Eisenstein'in "Sinema tüm sanatların en üstünüdür, çünkü tüm sanatları içinde barındırır." sözlerini ispat edercesine çektiği 1991 yapımı filminde; birbirinden habersiz paralel hayatlar yaşayan ikizlerin yani Veroniquelerin bir tanesinin ölümüyle, diğerinin hayatındaki mistik etkileri dokunaklı, şiirsel bir dille; masal gibi bir görsellikle izleyiciye aktarıyor. Kieslowskiye, biz seyircilerin sormak istediği soruyu ise bizim yerimize Veronique kuklacıya soruyor... Veronique : "Neden aynı kukladan iki tane yaptın?" Kuklacı : "Kuklaları gösterilerimde çok fazla kullanıyorum, kolaylıkla hasar görebiliyorlar. "