Ana içeriğe atla

X-Files


Artık dokuzuncu sezona girmişken X-Files hakkında bir şeyler karalamanın zamanı geldi sanırım. 1993-2002 yılları arasında televizyonlarda boy gösteren özel ajanları Mulder ve Scully ile popüler kültürdeki yerini alan, üstüne şarkılar söylenen dizi için bildiğimiz üzere FBI'da paranormal olayları açıklamak üzere oluşturulan bir birimin tecrübelerinin ekrana yansıması diyebiliriz. Mulder en açık olayda bile yaptığı paranoyakça yorumlarla olayları çözmeye çalışırken, partneri Scully ise X-Files'da ki fenomenleri bilimsel metotlarla ve bilimsel gerekçelerle açıklamaya çalışmakta. Yani Mulder' in tezlerini, antitezleriyle çürütme çabasında. Tabi dizi ilerledikçe aralanan sır perdeleriyle birlikte karakterlerin kimliklerinde de değişimler olmakta. Dizinin temel dayanağı insanların hükümetlere olan güvenlerinin kaybolması, sarsılması ve paranoyakça teorilerinin fazlasıyla gözükmesi olarak görülebilir fakat dizinin asıl dayandığı nokta tikele indirgersek "İNANÇ"
Mulder'in duvarında asılı olan "İnanmak İstiyorum" posteri dizi içinde önemli bir okuma penceresi açıyor. Mulder'in kız kardeşinin kaçırılma olayının aydınlamasından sonra bile (yani tüm gerçekler Mulder için ifşa edildikten sonra bile) Mulder için gerçek arayışı bitmek bilmiyor. Tabi bu arayış büyük bir komplonun içinde kime inanılıp inanılmaması noktasına takılıyor. Kimi zaman görülen şeye kaynaklık eden "gözler" bile yanıltıcı olabiliyor. Aslında İnanmak Mulder için bir varoluş arayışı... Ve inanmak; bu varoluşu, bu komploları kabul etmek anlamına gelmektedir. Bu yüzden Mulder sadece inanmak isteyebilir. Scully'de ise durum biraz daha farklıdır. Scully, bilimin yaptığı açıklamalara güveniyor. O'nun sorunu temelde inanç gibi gözükmese de O da tamamen inanca bağlı, çünkü o da gördüklerine inanmıyor. Onun için bu açıklanamayan fenomenleri, mistik boyutta kabul etmek, bileme olan inancını sorgulamak anlamına geliyor. Tekinsiz alanlar, güvenilmeyen karakterle film noir havasında ilerleyen dizinin ikinci sloganı "kimseye güvenme" oluyor. Bu paranoyakça arayışın ortasında gerçekler açıklansa bile hiçbir zaman tam anlamıyla kimseyi tatmin etmiyor. Paranoyalar gerçekliğin diğer bir boyutu olarak kalıyor.
Böylesine bir "İnanç" arayışında kimseye güvenmemekte dizide başladığımız ilk noktaya getiriyor bizi sadece;
Yani
"İnanmak istiyorum"

İnanç beşeri hayatın ya da beşer hayatının anlamının öğrenilmesidir. . .
"Tolstoy"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas