Ana içeriğe atla

Rogue


Seyircinin gerçekten yaşanmış birşeyler görmek için gerçekliği sinemada arama serüvenine son zamanlarda çok rastlıyoruz. İnsanın "röntgenleme" arzusunu törpülemeye çalışan bu filmler özellikle son zamanlarda oldukça popüler...Blair Cadısı'yla başlayan bu trend, My Little Eye, Cloverfield, [REC] gibi filmlerle devam etti. Korku sinemasının denediği bu yeni yolda "Rogue" böyle bir yerde durmuyor. Hatta bu söylediklerimizden tamamen farklı. Fakat Greg McLean ise seyirciye gerçeklik hissiyatını yaşatmak için farklı bir yol deniyor. Avustralya'da nehir turuna çıkan bir grup, bölgede yaşayan büyük bir timsahın saldırısına uğrarlar ve gezi kabusa dönüşür. Yönetmen filmin başlamasıyla birlikte kamerasını vahşi yaşama çeviriyor.Belgesel görüntüler, fotoğraf çekimleri yapan bir karakter ve gezi tanıtımı gibi bir yol izleyerek,seyirciye gerçeklik hissiyatını böyle sağlamaya çalışıyor. Fakat bu büyü filmin ikinci yarısından sonra bozulmaya başlıyor.Timsahın ininde çekilen sahneler insanda o gerçeklik hissiyatını kaldırıyor. Timsah inindeki sahnelerde film, orta karar bir gerilimden öteye gitmiyor. Greg McLean başyapıtı ve ilk uzun metraj filmi "Wolf Creek" ile yaptıklarını, bu filmde fazla ileriye taşıyamamış ne yazık ki...Buna rağmen hala Greg McLean'in korku sineması için uygun kurtarıcı olduğunu düşünüyorum...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas