Ana içeriğe atla

The Mummy

National Treasure: Book of Secrets ve türün en iyi filmlerinden biri olan Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull'dan sonra bu yıl içerisinde izlediğimiz üçüncü adventure filmi oldu The Mummy: Tomb of the Dragon Emperor. Filmde 2 farklı değişim bulunmakta birinci değişimler oyuncu ve yönetmen değişimleri; Rachel Weisz'in yerine gelen Maria Bello ve yönetmen Stephen Sommers'in koltuğuna geçen ise Rob Cohen. Değişimlerin ikinci kısımını ise yeni gelen karakterler oluşturmakta en önemlisi O'Connell çiftinin oğlu Alex'in büyük hali. Oyuncular bazındaki bu değişimler ilk olarak çift bazında etkilemiş filmi, Rachel Weisz'in yokluğu Brendan Fraser'in performansını da etkilemiş gözüküyor. Film boyunca silik ve kötü bir performans gösteriyor. Alex rolündeki oyuncununda beklenilen etkiyi gösterememesi, Jetli'nin ve John Hannah'ın gayet figüran gibi kullanılması filmde oyuncular bazında tam bir hayal kırıklığı yaşattırıyor. Yönetmen bazında ise; Stephen Sommers'in ilk iki filmde senaryo yazarlarının arasında yer almasındaki etki ve yönetmenlik bazında türle oynama ve deneysel etkisi bu filmde, doğal olarak gözükmüyor. Ortaya Rob Cohen tarafından kotarılmış, sırtını ilk iki filme dayayan sıkıcı bir film çıkmış.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas